20 Kasım 2009 Cuma

Yeniden Merhaba :)



Eveett! Tekrar burdayım :) Uzun bir ara vermişim... Malum sevgili eşimiz uzak diyarlardan yanımıza teşrif ettiler. Bu da pek tabi buralarla ilgimizi ufak ufak kesti. O yüzden pek ilgilenememişim. Bu ilgisizlik sizlerinde dikkatini çekmiş olacak ki bir mail bir mail, maşallah mail box'ım dolmuş! Utku dön yaz bişeyler diyen mi ararsın, sen nerdesin okamadan duramıyoruz diyenler mi? Allahım tüm ülkenin şirazesi kaymış yokluğumda!! Neyse millet dert etmeyin buradayım ben. Geldim. Yazacağız elbet ve ilk iş pek tabi filmlerden başlayacak.. O zaman hadi geçelim ikinci posta.. :)

16 Ekim 2009 Cuma

SinnFein-İrlanda-Celtic


Neden sinn fein? Sinnfein nedir? Kardeşim nasıl okunuyor? Gibi gibi sorularla karşılaştım, karşılaşıyorum ve çok muhtemel karşılaşmaya devam edeceğim. Madem hayatım geri kalanı bu sorularla geçecek. Bende tek elden burada açıklayayım olay bitsin ben rahatlayayım sende yak bir sigara karşılıklı rahatlaşalım!

Ey Sevgili Eray Yalnız kulakların çınlasın! O kim diye sorma yazının çok ilerleyen bölümlerinde bu genç şahıs kendini anlatacaktır. (ya da anlatmaz çünkü yazı nereye gidecek inan bir fikrim yok! Hehe!)

Öncelikle şunu belirteyim biz Türk milletinin her konuda %100 bilgisi maalesef yoktur. Biraz bilgisayar, azcık teknoloji, 10 gr araba, bolca futbol ve orta seviyede İngilizce(konuşma 1, yazma 2 ama anlama 9; pratik yapamıyoruz kardeşim!) ile hayatı idare ediyoruz işte. Bende bu nadide milletin bir üyesiyim. Dolayısıyla pek sayın ziyaretçi SinnFein tarihi gelişimi ile ilgili bir şeyler bekliyorsan çok beklersin der konuyu kapatırım. (De get başka bloklara!) SinnFein İrlanda Cumhuriyeti’nde kurulmuş politik bir parti. İngiltere’de terör örgütü olarak ilan edilmiş IRA’nın siyasi kanadı. Yani çok kabaca, İspanya’daki Batasuna ve Türkiye’deki DTP gibi bir oluşum. Waayy ayrılıkçı örgüt elebaşısı diye saldırmadan önce oku! Oku! Oku! Sonra saldırırsın.

Diğer partilerden tabiî ki farkı var. Batasuna İspanya’da ve bir kısmı Fransa’da olan Bask bölgesinin bağımsızlığını savunuyor yani ayrılıkçı ve bağımsızlık yanlısı; DTP’de aynı şekilde Kürtler’in bağımsızlığını savunan yine ayrılıkçı bir oluşum. SinnFein’i bu oluşumdan ayıran nokta ayrılıkçı olmaktan ziyade birleşikçi bir düşüncede olması. İrlanda ile Kuzey İrlanda’nın tek bir çatı altında birleşmesini ve Kuzey İrlanda’nın Büyük Britanya’dan ayrılmasını savunan bir siyasi oluşum. Tarihe çok girmeden ve canını sıkmadan küçük bir özet vereyim. Avrupa tarihine baktığımızda İrlandalılar Avrupa’nın ilk sahibi olarak gözükürler Romalılar ile birlikte. O zamanlar Ostrogotlar, Vizigotlar vardı. Sene bilmem kaç. Bir de kıtanın batı yakasında Keltler vardı. İşte bu Keltler şimdiki İrlandalılar’ın ataları. Bu Keltler gel zaman git zaman Katolik olurlar. Hemen adada İrlandayı kurarlar. Dublin’i başkentleri ilan ederler ve Farmville oynamaya başlarlar. Ama başlarına gelecek kötü kederden habersiz kırlarda ovalarda koşturup mutlu mesut yaşarlar. Peki, sonra ne olur? İngilizler kötü karakter olarak senaryomuza dalar. Britanya güneşini taaa Avustralyalarda, Yeni Zellandalarda doğurup batırırken yanı başlarını karanlıkta bırakmak olmaz uleynn deyip Pis mafya babası sırıtışı ve ellerinde Puro ile güneşe bakarlar. O sırada kamera bize gülerek oynayan küçük çocukları neşeli mutlu köylüleri gösterir. Bizde biraz daha duygulanırız ve hata gözlerimizden yaşlar gelmeye başlar. (senin geldi mi Cevat? –sen bir dur bekle gelecek az kaldı! Daş yok mu daş!!) Neyse efendim dağıtmalım konumuzu. Ve İngilizler İrlanda’ya demokrasi getirmek için hemen yanı başlarındaki adaya girerler ve işte film burada başlar. Halkın çoğu Katolik olan İrlanda’ya Protestanlar’ı yerleştirerek İrlanda’yı tamamen ele geçirmeye çalışırlar. Kavgalar, çatışmalar, din savaşları derken İrlanda; Kuzey ve Güney olarak ikiye ayrılır. Kuzey İrlandanın başkenti Belfast’in ortasına set çekilir ve Katolik mahaller ile Protestan mahalleler arasında savaşlar başlar. Güney İrlanda Serbest İrlanda olarak ayrılır ama tabi üst tarafta toprakları kalmıştır. Ama o toprakları İngilizler’in oraya sürdüğü zengin Protestanlar ele geçirmiştik artık. Kuzey İrlandalı Protestanlar Büyük Britanya birliğinden yana olarak birlikçi adıyla anılırken. Güney İrlandalı Katolikler adanın gerçek sahipleri ayrılıkçı olarak adlandırılırlar. Tabi bu karışıklıkta çeşitli örgütler kurulmazsa olmaz dimi canım kardeşim? Kurulan örgütlerden IRA en çok ses getireni olur ve terör eylemlerine başlar. Baktılar olmayacak bu işi siyasete çevirelim parti kuralım derler ve sinnfein’i kurarlar. Partinin ismi Oldcaste adlı yerel bir kasabada basılan gazetenin isminde gelir. Tabi sene o zamanlar 1905 civarları… İşte böyle güzel kardeşim Sinn Fein böyle bir şey. Cumhuriyetçi ve birlikçilere karşı; İrlanda’nın tam bağımsızlığını isteyen aslında milliyetçi bir yapı ama sol görüşlü bir parti.

Dersen ki sendeki bu hayranlık nedir? Bu sefer sordugun soruya “sanane” gibi gayet terbiyesiz ve haddini aşan bir cevapta bulunmam. Eğer sıkılmazsan şuracıkta sen okurken ben anlatırım. (bu yazılar uzun kaçıyor, biraz kısa kesmeli sanki di mi Cevat Abi? –Utkuuuu defol git başımdan!)

Her Türk erkeğinde olmasa da hadi çoğu da demeyelim ve erkekle de kısıtlamayalım. Tüm sinema severlerde ya da küçükkene böle İngiliz İrlanda filmi seyreden birçok kişide İrlanda’nın uçsuz bucaksız ovaları, yeşillikleri bir heves bir hayranlık bir ne bileyim böyle gitme isteği uyandırır. Bende yine günlerden bir gün(inan bilmiyorum hangi gün) bir film izlerkene buraları gördüm ve hayran kaldım. Sonra araştırma ve inceleme dediğimiz AR-GE veya AR-İN bölümü başladı. Ulan araştırdıkça baktım ezilen halk! Emperyalist güçler! Adi İngilizler felan vs. benim de tabi o zamanlar kanım kaynıyor, gencim, en ateşli solcu benim. Koysan bir partinin başına Türkiye Sovyet birliği yaparım yani! O derece… :) böyle İrlanda ve İrlandalılar’a karşı sempatim oluşmaya başladı. İrlanda müzikleri, İrlanda birası ve en önemlisi Konyağı ve Baileys ile olay ilerledi. Cümle bile benim gelişimimi özetliyor! :) koministlikten liberalliğe geçiş ve biradan Baileys’e geçiş!! Vah vah…

İşte böyle sevgili ziyaretçi… Boston Celtic ve Celtic FC’de bundan dolayı sempati duyduğum takımlardır. Boston Celtic Amerika’ya göç eden Katolik İrlandalıların takımıdır. Celtic FC’de İskoçyada Glasgow’daki katolikler’in takımıdır.

Olay budur işte. Peki baştaki Eray kimdir diye merak halindesin değil mi genç? Eraycım kulağın çınlasın… Bu muhabbetlerimizi özlüyorum. İrlanda’da bir gün bira içmek ve Celtic-Rangers maçı seyretmek hayali hiç bitmez… Bir gün belki İrlanda'da buluşuruz belli mi olur? ;)

Sağlıcakla kalın efendim!

12 Ekim 2009 Pazartesi

Vicky Cristina Barcelona

Bir Woody Allen filmi. Geçen sene vizyona girmişti izlemeyi çok istiyordum ama kısmet bugüneymiş. Malum geçen sene özgürlüğe pranga vurulma ve/veya özgürlüğün son demleri olan evlilik öncesi hazırlık dönemleriydi. Bize de ertelemek kaldı. İyi ki ertelemişim zira evlilik öncesi izlenebilecek bir film değil zannımca! İnsanı düşünceden düşüncelere gark edebilir! Kaçınılmalı… Ha evlendiniz o zaman bir zahmet “eşe seyrettirilmeyecek filmler” listesine kendisini hemen ekleyin…

Öncelikle filmin süper müzikleri olduğunu belirteyim. Dinledikçe İspanyol müziğine ve illaki gitarına daha da bir hasta oluyorsunuz. Arkasından da Barcelona diyelim. Barcelona deyince ortalama Türk erkeğinin ilk aklına gelen Messi’li Xavi’li izlenesi takım Barcelona'dur. Bilmez bizim Türk erkeğimiz aslında Barcelona’nın bir şehir olduğunu. O yüzden sakın futbol filmi diye izleme bu filmi! Ben biliyordum da ne oluyordu peki? Koca bir hiç! Kardeşim sıkışmışız bu çorak Ankaralar’da!Nereden bileyim Barcelona'yı? Birde Avrupa Konseyi ödülü almışız! Kim veriyor bu ödülleri? Bu Avrupalılar hiç mi şehir görmedi acep? Pek Sayın Gökçek “kentinle gurur duy” buyurmuş! Bu filmi izle gel tartışalım! Neyse konudan uzaklaşıyoruz, daha çamaşır asacağım! Evet ne demiştik? Önce müzikler, sonra Barcelona ve filmdeki muhteşem hatunlar… Penelope Cruz, Scarlette Johansonn, Rebecca Hall ilk bakışta göze çarpanlar! :) Konunun ufak özeti şudur sevgili ziyaretçi. (ki sen ya Utkansın ya da Gaye çünkü başka kimse bilmiyor burayı!)

İki arkadaş Vicky ve Cristina, Vicky’nin tezi için Katalan kültürünü görmek ve incelemek ve gezmek için yine Vcky’nin bir uzaktan akrabası olan Judy’i ziyarete Barcelona’ya gelirler. Burada filmin ana kahramanı Jose Antonio –ki kendisi ressam olur ve ayrıca o kadın senin bu kadın benim herkesi yatağa atan bir piç rolünde- tanışırlar ve önce 2’li sonra 3’lü en son okeye dördüncü aranıyor şeklinde bir ilişkiler yumağı başlar. Yine söylüyorum müzikler ve çekim yapılan yerler süper.

Klasik Woody Allen filmi gibi. Ha dersen ki çok mu izledin lan Woody Allen filmi diye bende çekinmeden “sanane” der, ağzına burnuna dalarım! İzlemedim ne olacak? Neyse... Woody Allen'ın filmlerinde insanı çeken herşey bu filmde de var. Sıradan konular, herkesin başına gelebilecek basit olaylar ve bu olayların birbirine karışması ile kurulan kurgular. Güzel ve anlamlı diyaloglar (ama bu filmde çok az sahnede var), güzel mekanlar ve sürprizli olmayan ama filmi izleyenin beklemediği ya da istemediği sonlar. İşte Woody Allen filminin özellikleri. Vicky Cristina Barcelona'da da bunlar var.

Vicky özgürlükten korkan, muhafazakar, tabuları olan; Cristiana ise tamamen farklılığa açık, cinselliği ön plana çıkaran, ne istediğini bilmeyen ama ne istemediğini bilen iki Amerikalı turistler ki; bu iki kadını aslında tek kadın olarak algılayabilirsiniz. Her erkeğin isteği Cristina gibi bir kadın eğlencelik ve Vicky gibi bir kadın evlenmelik! İşte bunu sevgili yönetmen tek kişi üzerinde değil iki karakter olarak göstermiş bize. Di mi Cevat Abi? -Utkcum hatunlar çok güzeldi katılıyorum sana!! :p

Javier Bordem tam bir çapkın İspanyol piçi rolünde. Kim olursa götürürüm abi, fark etmez! Romantiğine romantik; duygusalına duygusal takılırım diyerek herkese kol kanat geren bir şahıs. Ama her Woody Allen filminde olduğu gibi ya da romanlarında; bunun bir de antitezi mevcut. Vicky’in evlenmek üzere olduğu Doug… Klasik Amerikalı! Bildiği tek şey teknoloji, araba, lüks evler arabalar vs.. Bizim Lacoste giyen, iş adamı kılıklı birtek teknoloji konuşan artist erkeklerimizden yani. Mevcut da böyle tanıdığım çok! ama öte yandan mükemmel bir erkek, ince, duygulu düşünceli ve Vicky’i çok seven zat! Ama her mükemmel erkeğin başına gelen o "ama o çok iyi bir erkek" vıgı vıgısı, bu nadide çocuğumuzun da başına geliyor ve Vicky tarafından aldatılıyor. Ama tabi kendisi bunu bilmiyor. Çünkü saf ve çok seviyor. İzleyeci olarak diyebilirsin ki “işte burası saçma, nasıl görmez kızın alakasızlığını?”. Ama zaten Woody Allen’ın anlatmak istediği o olmadığı için görmüyorsun. Burada amaç kadınların kafalarının nasıl çalıştığını ve bu cinsiyetlerin ne derece manyaklaşabileceğini gösterebilmek. Her çeşit renklilik var kardeşim bunlarda! Woody Amcam da yaşının ve yaşamışlığının verdiği tecrübesi ile bunu gösteriyor zaten.

Penelope abla da ressamın depresif eski eşi rolünde ve mükemmel bir oyun çıkarmış. Elinde sigarası ile deresif ve sinrli halleri görülmeye değer. Jose Antinio ile yaşadıkları aşk, bohem hayat ve aralarındaki eksik kalan şey çok iyi işleniyor. Bu eksik kalan şey (ney ulan ney? İşte kelime bulamadım…) Cristina ile dolmaya başlıyor ve 3’lü bir ilişki başlıyor. Bu arada Vicky de hafta sonu tatilinde beraber olduğu ressam Jose amcamıza aşık oluyor ve beraber oluyorlar. Başta karşı çıktığı, kavga ettiği eleştirdiği adama aşık oluyor! Evet ne demiştik? Jose amca romantikle romantik olabilen bir piçtir demiştik di mi? Olan oluyor ama korkuları Vicky'e engel! Bir çeşit içten içe vicdan hesabı (yapmayacaksın güzelim o zaman hehe!)

Velhasıl kelam oylalar gelişiyor. Birleşmeler, ayrılıklar, kavgalar, sorgular vs vs sonrası iki turistimiz Vicky ve Cristina Amerika’ya geri dönüyorlar. Bizde her kızın kafasındaki gibi “öyle bir zamandı ve geçti” cümlesinin ne anlama geldiğini sorguluyoruz işte filmin sonunda. Ne demek lan öyle bir zamandı ve geçti? Ne demek ha?
Uzun geçti farkındayım ey okuyacak olanlar. Aslında yazılacak daha çok şey var. Filmin son sahnesinde Vicky’nin kurşunla elinden yaralanması gibi Woody Allen bitişi, Cristina’nın “ben gidiyorum farklılık arıyorum dediği” sahnede Penelope Cruz’un çıldırması –ki en komik sahnesidir gözümde- Doug’un Lacoste T-shirtünü Docker marka pantolonunun içinde eli cebinde gezdiği sahne (Bu seni ilgilendirmiyor olabilir! Zira 30’lu yaşlara geldiğim şu zamanlarda bu şekilde gezmeye başlayacağım diye korkmuyor değilim), Oviedo’daki gitar dinletisi, muhteşem Barcelona, Oviedo manzaraları gibi birçok anlatılması gereken şeyler var. İzleyip görülmeli, bir akşamı keyiflendirilmeli bence… Ama keşke Woody Allen’da bir yerlerden köşeden çıkıp bir iki replik atsaymış keşke ya da Jose’nin babası rolünde oynasaymış dedirten bir film…

Evet filmin ana fikri; kesinlikle Barcelona’ya gidilmeli! Kadınlar, sevgililer başıboş bırakılmamalı! Ve en kısa zamanda Jose Antinio nasıl olabiliriz araştırılmalı!

Evet sevgili okurlar (orda mısınız? Heyyy size sesleniyorum uzadı biliyorum) olay bundan ibaret. Tez zamanda izleyin efendim…

5 Ekim 2009 Pazartesi

Sanırım son nokta bu!!


Beşiktaş tribünlerini bilmem. İçlerinde de birkaç maç bulundum. Ankara'ya geldiklerinde kale arkasında geçen sene Galatasaray maçında.. Yani kim tribüne hakim, kim para alıyor, kim lider Çarşı grubu kimlerdir? Karagümrük hangisi bilmem? Sadece sol yumruk havada marş okuyan, görüş olarak da aynı yerde durduğum, tribn şovları ile destekleri ile tabiki her Beşiktaşlı gibi Çarşı'yı sever ve hep onlarla maç seyretmeyi isterim...



Bir Galatasaraylı bir Fenerli'nin bile başarısız bulduğu bir adamın densizliğidir bu olay! Bir insanın iktidar ve koltuk sevdasıdır! Adını duyuma hevesi, egoizm, yüzsüzlük, ne derseniz deyin! Ters taraftan bakarak Beşiktaş sevdası da diyebilirsiniz! Bir başkan, bir yönetim bunu yapmamalı! Kulübünü seviyorsa bile yapmamalı! Bir pankart açtırarak, tribüne adamlarını sızdırarak taraftarı ikiye bölmemeli!! Bana tepki gösterecekler diye karşı grup sokmamalı! Tepki de olsa korkmamalı!


Yapıyorsan bile bu kadar kör gözün parmağı gibi yapmamalı! O kadar açık, o kadar aleni ki; işte zaten asıl insanın içini acıtan bu! Yok mu her yönetimin kendi adamları, bedava bilet alanları, içeri sokulanları! Peki kim biliyor bunları? Medya ve spor camiası dışında tabi.. Kimse!! ama artık Beşiktaşta herkes bunları biliyor.


Bu taraftar seni 5 yıl byunca yuh'lamadı! Kupa alamazken de, Del Bosque'yi kovarken de Rıza'yı istifa ettiğinde göndermeyip iki gün sonra kovarken de, Beşiktaş formasını ancak Kartal Yuvası'nda vitrinde görebilecek adamları takıma koyarken de ve hatta Tigana bu takıma iki kupa kazandırırken kürsüye fırlayıp kupayı kaldırırken de, paf takımlarla çıkarken de, Mehmet Topuz olayında rakip takımın başkanına ezik derken de yuhlanmadın!! Ama herşeyin bir sınırı herkesin bir sabrı var be adam!!


Tamam bunu yumurta atarak yapmayalım. Bunu küfür ederek de yapmayalım. Ama sende bu kadar insanları aptal yerine koyma be adam!!
İnsanlar aynı paraya Elona'ları getiriken hem de taksitle, sen gidip Tabata'ları getirme be adam!!
Medyadaki kalemşörlerini bu kadar aleni kullanma be adam!!

Bu kadar beceriksiz, bu kadar insiyatifsiz, bu kadar kötü olma be adam!!

Dedim ya sadece üzülüyorum! İçim acıyor! Beşiktaşlılığı herkese överek anlatırdım. Taraftarını, takımlığını, mütevaziliğini, semt takım olmasını, büyük olmayan 3.büyüklüğünü ve Seba ruhunu, kolej havasını...




Ama şimdi sadece bir insan yüzünden saçma düşüncelerdeyim!


Hayır benim paramı da harcamıyor bana ne oluyorki?

3 Ekim 2009 Cumartesi

Fransa ve Hollanda 02-04 Ekim maçları...

Geçen hafta Hollanda'da %88 doğru tahminde bulunmuştum ama Fransa'da kötüydüm. Bu haftada daha iyi oranlar bekliyorum.
Şu anda blogu kimse okumuyor :) ama okuyan olursa aşağıdaki maçlara özellikle güveniyorum. Rennes-Auxxere maçında tek farklı REnens galibiyeti yani Handikaplı seçenekte beraberlik mutlaka denenmeli. Bunun dışında yüksek oranlı muhtemel kazandıracak maçlar şunlar:

278 Grenoble-Montpellier 2---------2.20 veriyor
367 Heerenveen-Venlo (0&2)-------2.06 veriyor
368 Heracles-Twente ALT----------1.80 veriyor

Yorumları da alttaki linklerde bulabilirsiniz. (kimse bulamayacak okuyan yok ama olsun) :D

http://www.tahminkolik.com/Fransa
http://www.tahminkolik.com/Hollanda

BEŞİKTAŞ-Denizlispor

Bu akşam 20:00'de tekrar mabed'deyiz. 75.dk'ya kadar taraftarıın takımı destekleyeceği ,skor ne olursa olsun 75.dk'dan sonra protestoya başlayacağı söyleniyor. Umarım takımı değil yönetimi protesto ederler...

Mustafa Denizli yine şapkadan tavşan çıkarmaya çalışacağı için kadro için buraya ne yazsak tutturamayacağız. Holosko yok, Tello'da sakatlanmış kadroya alınmamış. Muhtemel Bobo sol kanatta olacaktır. Ernst-Ekrem önünde Yusuf'u koyacaktır. Bize de yine TV başında delirmek kalacak.

Mustafa Denizli'yi yönetim zorla tutmuştu. Şimdi de Denizli zorla orada duruyor. Umarım durmaya devam eder ve Tüpçü'ye veda ederiz.

Yine de adettendir kadroyu yazalım. Tutturursam kendime bira ısmarlarım!

Hakan-İ.Kaş-Sivok-Ferrari-Üzülmez-Ekrem-Ernst-Nihat-Yusuf-Bobo-Nobre







1 Ekim 2009 Perşembe

Bu Beşiktaş ancak rakı ile izlenir!!


Anlaşıldı bu sene yine eziyet maçlar bizi bekliyor. Zaten 2003'den beri hangi sene rahat maç izledik ki? Geçen sene gelen şampiyonluk ve kupa.. Güleyim bari! Ikına sıkına aldık maçları. Maçı izlemek için Leventler'e gittim yemek yedik ve biramızı açtık ki daha ikinci yudumda golü kalemizde görmüştük zaten.. İşte Beşiktaş'ı açıklayan yorum Levent'den geldi.. "Abi rakı açsaydık keşke! Beşiktaş ancak rakı ile izlenir!" Bir takım daha nasıl anlatılır ki?

Maçı izliyorum takımın kadrosunu görmemişim ve anlamam kadroyu çıkarmam yarım saatimi aldı. Kim nerede oynuyor? sistem ne belli değil? Nerden başlanmalı ki acep? Ekrem Dağ, İbrahim Kaş inadı nedendir? haftalardır oynayan ve gol yemeyen (hatalı gol yemeyen) Hakan neden yediktir? (ki kendisini sevmem) 8M verilen Tabata ve topu tutması gerek Yusuf nerdedir? Sağ ayağı hiç olmayan ve sağına top geldiğinde mutlaka düzeltip oyunu durduran Tello neden ortadadır? Hocam sen neden maçı seyredersin? Bu Nihat inadı nedir? biri bu sorulara bana cevap versin...

Cevap verirken geçen senenin şampiyonunun 6 maçta sadece 1 gol atabilmesini lütfen bir zat-ı muhterem açıklasın!


Ama herşeyde hayır vardır. Geçen seneki şampiyonluğu istemiyordum tüpçü artık gitsin diye! Olmadı.. Olsun şampiyonluk sevinci ve heyecan yaşadık. Bayrakları çıkardık maçlara gittik sevindik, eğlendik. Şimdi Denizli bizi yine ızdıraba sokuyor eziyet çektiriyor ama ben Denizli'nin peşinden gidiyorum.. Sonuna kadar arkasındayım. Desteğimiz seninle! Hep saçmala! Hep inatlaş!

Yürü be Denizli, tüpçüyü de al git. Çeşme'dei yazlıkta eğlenin dinlenin! Çok yordu bu futbol sizi! Açın rakılarınızı, mezeler de olsun yanınızda! Arada Lig TV'ye bağlanır yorum da yaparsınız. Süper iş! Hem dinlen hem para kazan...
Ha unutmadan Rüştü'yü de bir zahmet alın...

28 Eylül 2009 Pazartesi

Bende Burdayım...

Ve bende burdayım... Gece olmuş 01:00! Askerde şafağın sıkıştırması gibi yarınki iş ve hafta başlangıcına saatler kalmış ve uyumamak için direnirken blogları geziyordum. Bu soru aklıma takıldı. O anda hayatın en önemli sorusu değildi ama bir kere takılmıştı bu salak beyine! Ki ne zamandır beyindeydi de "nasıl yapacağım? Bilmiyorum, cahilim cühelayım, hem yapsam ne olacakki?" gibi saçma cevaplar yüzünden açamamıştım.. Evet uzatmıyorum ve burdayım işte.. Hayatımdan, futboldan, gezebileceğim yerlerden kısaca herşeyden yazmak istiyorum..
Kendim gibi dengesiz bir gün hatta bir saat komik, bir saat hüzünlü arada bir salak, arada bir saçma bişeyler olur buralarda! Belki de olmaz! Hem kim bilebilir ki? Ben mi? Bende bilmiyorum işte...

Evet motor çalışsın ve gecenin bir saati blog açılsın... Benim de diğerlerinden eksik bir yanım kalmasın! -di mi cevat abi? -la yürü git! Bozma sinirimi ne bok yersen ye!!

Hadi başlayalım... :)