15 Ağustos 2010 Pazar

HALET-İ RUHİYE

• Hocam buralarla ilgilenememişiz bu çok ayıp. Kendimi kınadım. Mart ayında bir post koyulmuş. Ondan sonra ortada kimse yok. Biliyorum meraktasınız ama yoğunluk be hacım sizde anlayışlı olun biraz!!

• Aklımda yazacak çok şey var ama bir türlü toparlayamıyorum. Bİr sürü film izledim, birçok yere gittim. Özellikle Olimpos’da Ahmet seni çok kıskandım! Sana özel post var! İnşallah bir başlarsam gerisi gelecek ama hayırlısı diyelim.

• Tatile çıkıldı gelindi. Sonra teyze-kuzen-düğün üçlemesi Samsun’da yapıldı. Mutlu olundu ama bu sıcaklarda hala bir gelişme yok ki bu benim acaip sinirlerimi bozuyor! Düzeltin şu ozon deliğini kardeşim adamın asabını bozmayın!!

• Samsun kadar nemli memleket görmedim hocam. Oturduğun yerde su döküyorsun! Oturana yazık, dinlenmeye gelene ise daha yazık! Gitmeyin gideni durdurun!

• İş düzene girdi. Artık rahatım. Hitler’in intihar ettiği gün Austwich’deki Yahudi’ler ne hissetmişse aynısını bende hissettim. Kendilerini seviyorum.  Hatta artık bende bir İsrail ülkesi kurabilirim sanırım! Ama once Filistin bulmak lazım bir de ABD! Onları da bulursak herşey tamamdır.

• Bu arada bir Hitler benzetmesi daha aklımda var. Beni gün içerisinde arayan tüm herkesi bir toplantı var deyip bir odaya kapatmak arkasında içeri klimadan soğuk hava verir gibi gaz verip hepsini bazen yok etmek istiyorum. İçimdeki bu vahşeti durdurmam lazım ama olmuyor. Bazen Hitler büyük adammış derken kendimi buluyorum! Bu çok fena bir durum hemen bir ilaç bulmalıyım!
• Bu aralar Vedat Türkali’nin Bir Gün Tek Başına’sını okuyorum ki; bu ara dediğim şey birkaç ay! Türkiye’de herşey aynıymış onu görüyorum. Değiştirin Başbakanları durum aynı, ülke aynı, insanlar ve görüşler aynı! Bu kadar dejavu bir ülkeye özellikle 50 yılda biraz fazla değil mi sizce de? Başımızdakilerde bunu düşünmüş olacak ki o senelerden farklı olarak Ordu ile daha yakınen ilgileniyorlar.

• Acaip bir sıcak var demiş miydim?

• Yine bu aralar, Ankara ile ilgili görüşlerim acaip değişti. Çok kıl oluyorum buralara hayırlısı olsun! Ankara ile ilgili de birşeyler karalayacağım ama toparlayamadım o da olacak sevgili okur meraklanıp ortalığı velveleye verme!

• Bundan iki-üç sene once bateri öğrenmek için birkaç adım atmıştım. Oldu gibi ama olmadı! Şimdi daha profesyonel anlamda kursa başlıyorum. Davulların üzerine sevmediğim kişilerin resimlerini koyup kendimi daha fazla gaza getirmek istiyorum. Fotoğraf tekliflerinize açığım!

• Mersin-Antalya arası normal koşullar altında 8,5 saat sürüyor; ancak biz Gaye ile beraber 24 saatte burayı kateden ilk insanlar olarak tarihe geçtik sanırım ama olsun harcanan yorgunluğa değdi. :)

• Bu Pazar akşamları beni acaip geriyor. Sevemedim özellikle işe başladıktan sonra!

• Dünya Kupası bitti ama bendeki çerezler hala bitmedi. Yedikçe de göbek yapıyorum ve öğlen yiyemediğim tatlılara üzülüyorum! Böyle bir çelişki görmedim! Bunu çelişkiyi çözmem gerek! Bu çelişkiyi çözersem içimdeki salak dengesiz hallerimi de çözmek için ilk adımı atmış olurum! Buraya önem vermeliyim.

• Hem sıcak hem Pazar bir arada olmuyor arkadaş, buna el atmaları gerekiyor!

30 Mart 2010 Salı

Süperman Yaşlandı!

Küçükken izlenen filmler… Özellikle Pazar sabahları TRT-1’de yayınlanırdı. Kırmızı pelerini, altında vücudunu saran mavi elbisesiyle! Dünyayı kurtarır, insanlığa yardım ederdi. Uçabilir, kızılötesi görüşüyle her şeyi görebilir, bütün ağırlıkları taşırdı. Ormanda 10 kaplan gücündeydi! Kısaca belkide çoğumuzun kahramanıydı!


Bugün gördüm O’nu! Aslında uzunca süredir hissediyordum da konduramıyordum! Kahramanımdı o benim! Yapmazdı böyle! Kandırmazdı bizi! 

Hepsi film hilesiymiş! Herşey bir kandırmadan, halüsinasyondan ibaretmiş! Cem Yılmaz’ın dediği gibi; “Arkada iple uçuyor abi” miş! Hepsini gördüm süperman uçmamış! Süperman yaşamamış! Bir “man” kesinlikle “süper” değilmiş! Ve bunun hayal kırıklığı daha ağırmış! 

18 Mart 2010 Perşembe

www.ortakafagol. com...

Okul bitmiş, iş yok parak yok.. Günler sadece FM oynamak ve internet surf yaparak geziyor... Birden bir bakıyorum Alternatif Futbol sitesi diye bir reklam. Sene bundan 5 sene önce..
Önce ufak ufak forumdan başladım, sonra önce Portekiz  arkasından Hollanda ile ilgili yazılar yazdım. İnanılmaz güzel dostluklar kurdum ve hala devam ettirdiğim dostlar edindim, herkesin yaklaşık 1000'er adet post atıldığı konular tartışıldı.
İçinden bahis/dergi/spor yazarları çıkarmış ve herkesin artık birbirini hiç görmesede çok iyi tanıdığı forumumuz kabuk değiştirdi ve modaya uyarak patron İlker ve Can tarafından blog haline getirildi. Yine herkes oradayız,
Aha da linki buradadır; http://ortakafagolblog.blogspot.com/;

Hayırlı uğurlu olsun efendim...

12 Mart 2010 Cuma

AVATAR


Çok konuşulan, herkesin övgüsünü kimilerinin de sövgüsünü alan görsel şölen Avatar’a en nihayetinde gitmiş bulunmaktayım. Öncelikle tüm vatana millete hayırlı olmasını dilerim. Popüler kültüre de selam ederek girişimizi yapıp, gelişme ve sonuca doğru ufak bir yol alalım.
Gelişme ve sonuçta bol hayal kırıklığı bulacaksın ey sevgili yoluna şaşıran kişi; çünkü 10 kere söyleyeyim. “beğenmedim, beğenmedim, beğenmedim….” İnsanların bir de kült film muamelesi yapmalarına ayrıca kılım onu da belirteyim. Şimdi kısaca anlatalım ve neden beğenmedik dile getirelim.
Evet; görsel anlamda süper bir film. Hele ki 3 boyutlu olması insanı ayrıca cezp ediyor. Yüzüne gelen böcekler, ışık görselleri, kurulan dünya, sevgiler, çiçekler böcekler, yaratılan karakterler, dil; bunlar çok güzel olmuş. Zaten hayal dünyasına kaymak isteyen bünyeler için hiçte fena bir film değil. Filmde çok basitinden Amerika-Kızılderili savaşının 2154 yılındaki versiyonu anlatılmış. Doğayı sevelim, koruyalım, o bizim her şeyimiz teması çok güzel işlenmiş ki buna diyecek bir şey yok. Ama klasik Amerikan film klişelerinden kurtulamamış bir film. 12 yıl boyunca hazırlanılan ve büyük bütçeler harcanarak çekilen bir filmden insan daha güzel bir konu bekliyor. Şimdi gelelim konunun kısa özetine! (Kısa dedim korkun olmasın! Oku yani sıkılma!)
Kahramanımız Avatarlar’ın köyüne girmek ve oradaki yaşamı öğrenmek için gönderilen Amerikalı bir asker. Bir cihaz yardımı ile öbür tarafta oluşturulan dünyaya uyuyarak gönderiliyor. İnsanoğlu denilen vahşi yaratık orada maskesiz yaşayamadığı için mutlaka cihaz yardımı ile Avatarlar’ın yanına gelmek zorundalar. Tabi kahramanımızı Avatar halkı önce kabul etmiyor. Verilen eğitimler, kültürün tanıtılması ile ajan olarak giden kahramanımız bir de esas kıza aşık olunca ve gerçek hayatta sakat iken hayali dünyada oradan oraya koşabilen cabbar ceval biri olunca oradan çıkmak istemiyor. Ama bir yanda verilen görev var. Kahramanımızın casus olduğunun anlaşılması, insanoğluna da ihanet etmesi sonucu olaylarımız baş gösteriyor. İnsanoğlunun bölgeyi ele geçirmeye başlaması sonucu önce yerliler ağır makinalara yeniliyorlar ama kahramanımız ve doğa elele verip bu makine manyaklarını yola getiriyor.
Önce sevilmeyen ancak sonra kardeşim diye seslenilen bir baş kahraman;
Esas kıza aşık olunma ancak casusluk öğrenilince kendisini casus olmamaya inandırma;
Verilen eğitimlerle 1 ayda çabucak öğrenilen kültür, savaş tekniği, doğayla konuşma yeteneği;
Yatırımcıları savunan bir Amerikan emperyalizm görevlisi;
Manyak bir Amerikan komutan; ki “Hadi bitirelim şu işi akşama evde yemek istiyorum” cümlesi olayın bittiği, benim de tükendiğim yerdir.
Askerlerin gaza gelmesi;
Gibi gibi bir sürü klişeler filmde kullanılmış. Bu da beni fazlasıyla hayal kırıklığına uğrattı. Beğenmedim gitmeyin demek haddime değil ama ne olur “hayatımda gördüğüm en muhteşem filmdi”, “ bakın doğanın önemini ne güzel anlatıyor” “birde bizim evde bunu HD kalitesi ile seyredin o zaman anlayacaksınız!” “ama herkes çok beğendi bu yüzden gidin mutlaka” gibi cümleler kurmayın. Kurarsanız da yanımda olmayın! “heeeeyyyyyt” efekti sonrası gelebilecek bir “çotaaaank” sesi ile irkilebilirsiniz. Sonra bana niye vurdun demeyin. Seyredin vakit geçirmek için. Seyredin habersiz kalmamak için. Yine seyredin fikir beyan etmek için ve yine seyredin muhteşem görsel efektler için ama yılın filmi gibi şeylerden kaçının!

Ha birde o kızı kim seslendirmişse iki elim yakanda bilgin olsun! Hala gece rüyalarıma giriyorsun.

1 Ocak 2010 Cuma

Euro 2016 Adaylığı ve 3 Büyük(!)ler...


Tam sevineceğiz, tam yerimizden zıplayacağız, işte bu! En sonunda bizde adaylıkta olsa açıkladık diyeceğiz ki; tam bize uygun bir ortam oluştu! Yandaşlar ve karşıtlar grubu! Hem de öyle iki karşıt grup falan değil ha! İki ayrı ikili karşıt grup! (Tam bir tekerleme oldu! Bunu bir seferde söyleyene benden stat maketi :) )

1.grup; milliyetçi takılan grup. Vay batımız var ama doğumuz yok. Biz bir bütünüz nasıl olmazcılarla buna karşı çıkan kesim. Sanki devlet doğuya yatırım hiç yapmazken bunlar hiç susmazlarmış gibi hareket ediyorlar. Kardeşim oranın stattan adaylıktan daha önemli sorunları var. (Tamam, bir Diyarbakır orada olsaydı en azından Diyarbakır’ın adı başka bir şekilde anılırdı ama bu seni haklı çıkarmaz! Sus otur oturduğun yerde!)

2.grup ise en sevdiğim grup ki benim burada asıl üzerinden geçeceğim grup! Takımdaşlar! 3.büyük(!)çüler! En büyük takım bizim takımcılar! Bizim stadımız yok siz diğer takımdansınızcılar! Evet evet anladınız siz onu! Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı yokmuş ama Galatasaray’ın daha yapılmamış TT Arena’sı varmış! Bu nasıl olmazmış! Siz bu ülkenin en büyük takımının en büyük stadını nasıl aday statlara almazsınızmış! Zaten sporda bu ülkenin başına ne geldiyse bu üç büyüklerden geldi kardeşim. Harcadıkları paranın hesabını soran yok! Oraya nasıl geldiklerini, kimi besledikleri ve bu kadar potansiyele rağmen neler yaptıklarını sorgulayan yok. Tek dertleri kendi adlarını duyurmak, egolarını tatmin etmek olan, para babaları, mafyavari adamlar topluluğu..

Şimdi de benim stadım neden orada yok? Ben UEFA kriterlerini bilmiyorum ama bu adamlar orada bir çalışma yapıp bir tercih yapıyorsa bir bildikleri vardır ama olur mu? Onlardan daha çok ben biliyorumcular etrafta hemen türemiş. Karşı tarafın argümanı ise daha ilginç! “ezikbahçe” bizi bir tek burada geçiyor! Yani nereden tutsan elinde kalan bir güruh! Bir topluluk işte…

Bu kadar konuşuyorsun senin fikrin ne? Diye soranlara cevabım ise yok! Ben bilemem UEFA kriterlerini sadece mantıksal açıdan bakarım bir iki kelam edebilirim. “Trabzon niye yok?” Diyenlere cevabım oraya 30 bin seyirciyi hangi yolla, nasıl getirteceksin diye sorarım,,, “Diyarbakır olmalı” diyen M.Demirkol gibilere adı Avrupa’da bile terörle anılan bir şehre hangi insanı hangi güvenle getirtebileceksin derim...
“Şükrü Saraçoğlu olmalı” diyen güruha ise artık Türk Futbolunun yakasından inin diye haykırmak isterim. Stadınız, paranız, lobiniz, medyanız arkanızdaki her neyse gidin artık! Gidin de bizler de rahatlayalım…
Bir Anadolu takımı şampiyonluğa oynar! Hemen bir oyuncusuna kanca takılır! (Bknz; Ali Turan GS flörtü) Yetmeeeezzz! Bİr genç oyuncu çıkar! Hemen benim param daha fazla, benim lobim daha iyi, çevrem çok büyük! Ben daha çabuk harcarımcılar oradadır! (Bknz; Tarık Daşgün-FB; Okan Koç-BJK) Yeter mi? Yetmeeeeezzz! Hakem bir hata yaptı mı? Yandı! Hemen o para babaları kendi medyalarına çıkar, bir barkovizyon; iki ağlama! Bitmiştir hakemler artık.. Sanki önceki senelerde hakemle şapmiyon olunmamış gibi... Bknz'e gerek yok! Oyun hergün herhangi bir gazetede oynanıyor zaten! Aç oku!..
Şimdi de Euro2016 adaylığında kapışmaya başladılar. Bakalım sevgili GS camiası ne zaman olaya dalacak ve bu konu ne zaman bu 3 büyük(!)ümüzün şampiyonluğuna bağlanacak?